SAKIZ ADASI GEZİSİ
Sakız Adası’na hergün Çeşme Limanı’ndan saat 09.30 ve 17.00′ de feribotlar kalkıyor. Mesafe uçtan uca 5 km kadar olmasına karşın akıntının da çok olması sebebi ile 45 dakikada ulaşılabiliyor. Bilindiği üzere yeşil pasaporta vize yok. Feribot firmaları üç tane. Biz Sunrise Lines isimli şirket ile gittik. Mert Bey rezervasyon ve ön bilgiler konusunda bize çok yardımcı oldu. Adada sadece Euro kullanılıyor.
Biz nasıl Sakız Adası’nı merak ediyorsak, kapıların karşılıklı açılması nedeni ile pek çok adalı Rum da Türkiye’ye geçip geziler yapmakta ya da alışverişlerini gerçekleştirmekte. Feribotta az sayıda yabancı turist, biraz daha fazla Rum ve en çok da Türkler vardı.
Rum tarafına vardığımızda bizi bekleyen sürpriz, çok sayıda turistin oluşturmuş olduğu kuyruğa girmek oldu. Bir saat civarlarında bekledikten sonra pasaport işlemlerimizi tamamladık. Böylece Chios (Sakız)‘a gelmiş olduk. Sakız Adası dikey duran bir dikdörtgen gibi ve gelişmiş olan kısmı Türkiye’ye bakan doğu sahilleri. En büyük yerleşim yerleri merkez Chios, Pirgi, Mesta ve Lagada.. Ayrıca çok sayıda yapısal olarak birbirine benzeyen köyleri de var.
Her ne kadar hemen herkesin türkçe konuştuğu bilgisine sahip isek de öyle olmadığını gördük. Türkçe kelimelerden “Merhaba”, “Hoşçakal”, “Nasılsın?” dışında bilgileri yoktu, ayrıca ingilizceyi de çok konuşan yoktu. Tabiri yerinde olursa tarzanca anlaşarak bir ford focus kiraladık. Aracın bir günlük kirası 40 Euro iken biz ertesi gün akşam teslim edeceğimizi söylediğimizden 70 Euro üzerinden anlaştık. AutoUnion isimli şirketin yöneticisinin adı Yorgo imiş. Bize çok yardımcı oldu. Depoyu dolu teslim aldık, dolu teslim etmemizi istediler. Böylece ada turuna başladık.
Aracımızı limanın hemen çıkışında kiraladık. Yaklaşık 1.5 km kadar kuzeyde 4 adet eski ve 4 adet de restore edilmiş, Chios sembolü haline gelmiş olan yeldeğirmenleri var. Burada fotoğraflar çektik. Hemen yanında, deniz kenarında bir restaurantta hafif birşeyler yedik. Değirmenlerin hemen karşısında bir alışveriş marketinden bazı günlük şahsi ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra adanın kuzeyine deniz kenarından olmak üzere 15 km kadar ilerlediğimizde sakız ağaçlarının yok olduğunu, volkanik tepe ve dağlardan oluşan tabiatın artık tamamen çıplaklaştığı kısımlarda ilerlerken “Lagada Köyü”ne geldik.
Lagada Köyü;
burası adanın bence en güzel koyu ve köyü. Sanki bir vahadaymışız hissine kapıldık. Çam ormanları arasından kıyıya indik. .. Aç olmadığımız için ben adaya has olan sakızlı dondurma yedim, eşim Yasemin ise adanın yerel birasını içti. Bizim oturduğumuz yerin adı “Kahve Sokağı Konağı” idi. Yunancası Arxontiko. Ancak en ünlü restaurantı “Pasas”. İkisini de tavsiye ederim.
Artık otele yerleşme zamanı olduğunu düşünüp önce “Chios” merkezine ve oradan da 1 km kadar güneyde sahilde bulunan otelimize ulaştık. “Grecian Castle” isimli butik otelimiz çok nazik karşılaması ile bizi büyülerken odaların denize karşı konumu ve hoş dizaynı ile etkileyici idi. Karşısında denize sıfır genişçe bir otoparkı da vardı.
Otelden ayrıldık. Artık adanın güneyindeki güzellikleri keşfetme zamanı !. Güneye doğru ilerleyen anayolu takip ederek sakız ağaçlarının arasında kaldığımızı hissedip çok etkilendik. Çünkü bu ağacın meyvesi yokmuş. Kabukları köylüler tarafından çizilirmiş. Ağacın altına kireç tozu dökülürmüş. Zamanı geldiğinde sakız reçinesi yerlere yani kireçli toprağa akar, köylüler de bunları yıkayıp kireci temizlediklerinde sakız kalırmış. En çok sakızlı dondurma, sakız likörü yapılıp adada satılıyormış.
20 km kadar sonra ilk olarak “Armolia Köyü”ne ulaştık. Burası boyalı seramikleri ile ünlü bir yerleşim. Gelir kaynakları sadece buymuş. Küçücük bir köy olmasına rağmen sanki İstanbul’daymış gibi lüks bir dükkanda çok şık giyimli ve güzel bir kadın satıcı ile sohbet ettik. 1937 yılından beri dedesi ile başlayan seramik boyaması işini artık kendisinin yaptığını ve tamamının el işçiliği yapıldığını kibar ve güleryüzlü şekilde anlattı. Buradan alçı üzeri boyama bir rum evi ön cephesinin askıya hazır şekilde olan bir obje aldık. 15 Euro verdik. Genel olarak tüm aksesuar objeler bizim paramıza göre oldukça pahalı idi.
Emporios Köyü;
anayoldan ayrılıp güneye tali bir yolu izleyerek devam ettik. Burada volkanik taşların deniz sahilinde olduğu bilgisine ulaşmıştık. “Emporios Köyü”. Yuvarlak konturlu iri siyah gri taşlardan oluşan bu sahili de gördükten sonra tekrar anayola dönüp 6 km kadar sonra “Pirgi Köyü”ne ulaştık.
Pirgi Köyü;
bu köy evlerin sıvalarındaki siyah beyaz geometrik şekilleri ile ünlü.. Çok sayıda birbirine benzeyen sokakları var. Evler yanyana dizili. Meydanda köy kahveleri var. Bunlar Anadolu’daki köy meydanlarında olan kahvelere benziyor. Bu meydanlarda sadece yaşlı erkekler, dede ve babalar otururken ara sokaklarda evlerinin önünde de tıpkı İzmir sokaklarındaki gibi yaşlı teyzeler, bazen tek kişi, bazen de grup halinde olarak oturuyorlar. Kocası ölmüş ve dul kalmış teyzelerin giysileri tamamen siyah renkte iken diğer yaşlı teyzeler gündelik kıyafetleri ile kapı önünde sandalyelerde veya evlerinin merdivenlerinde oturuyorlar.
Pirgi’de meydanda çok büyük bir kilise bulunuyor. Ancak günlerden cumartesi idi ve biz içeri giremedik. Sadece dışarıdan fotoğrafşarını çekebildim. Öğle saatleri olduğundan biraz atıştırmalık şeyler yedik meydandaki masalardan birinde oturarak.. Bira ve patates kızartması gibi. Buhrası çok dingin ve sakin bir köy.. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Meydan çok kalabalık ama sanki yalnız gibisiniz.. Ara sokaklarda biraz daha gezdikte sonra arabamıza bindik ve batıya doğru yöneldik..
Mesta Köyü; ne
yaklaşık 10 km kadar ilerleyerek ulaştık. Burası gerçekten çok sakin ve bir kasvetli bir yermiş. Dış saldırılardan özelikle korsan saldırılarından korunmak ve o zamanın şartlarında çok kıymetli olan haritaları elden ele veya komşudan komşuya geçirebilmek amacı ile üzere birbirleri ile bağlantılı ve kemerli ara sokaklar ve evlerden oluşuyor. Burada Kronos Dondurmacısı ve Taxiarchi Kilisesi görülecek yerler arasında. Bu kilise Sakız adasının en büyük, Yunanistan’ın ise en büyük kiliselerinden birisidir. İçerisinde bulunan paha biçilemeyen altın haç Ayasofya Kilisesi’nden getirilmiştir. Ayrıca en önemli meleklerden Cebrail ve Mikhail’in 25 kg lık gümüş heykelleri de burada bulunuyor.. Taxiarchi Kilisesi, Midilli Patriği’ne ve o da İstanbul’daki Fener Rum Ortodoks Patriği’ne bağlı..
1920’lerde iki kardeş Kronos Dondurmaları Fabrikası’nı kurarlar. Kronos dondurma mağazası üç tatla (çikolata,vanilya,pralin) adada tanınmaya başlar. Daha sonra ise yerli ve yabancılar tarafından sözü edilen bir marka olur. Daha sonra dondurmanın yapılış tarzına sadık kalarak ve hammadddenin kalitesine saygıyla şirket büyür, yeni çekici tatlar da yaratarak başarılı bir yol çizerler. Bu başarılı çizgi, Sakız Adası Ticaret Odası tarafından yerli hammadde kullanımındaki katkıları, kaliteli ve eşsiz ürünler ürettikleri için ödüllendirilir. Kronos Dondurmaları’nı denemeniz gerek. Özellikle de sakızlı dondurmasını… Bir harika.. Herşeyde olduğu gibi sakızlı dondurma da çok ucuz Türkiye’ye göre..
Ayrıca köy meydanı bir harika.. Çok sakin ve adanın her yerinde olduğu gibi huzur verici.. Çok sessiz.. Kronos bu meydanda olduğundan orada oturup uzunca bir süre dinlendik.
Evet artık çok yorulduk ve otelimize gidip biraz dinlenmek ve akşam yemeğine gitmek istiyoruz ve yola koyuluyoruz.. Yol şimdi biraz daha uzak geliyor bize. Kuzey doğuya doğru yapılan yolculukta daha önce geçmediğimiz bir rotadan ilerleyerek öncelikle Mesta Lİmanı olmak üzere, Elata, Vessa, Sikousis, Zifias, Chalkio ve Varvasi üzerinden Chios’a ulaşıyoruz. Artık hava karardı.
Chios’ta Akşam Yemeği…
Birçok yer tavsiye edilmiş olmasına rağmen biz kalbimizin sesini dinleyerek öncelikle sahildeki restaurantları tek tek gezerek hem fiyatları araştırdık hem de mekanların ambiyanslarını değerlendirdik.Bu arada restaurantlara “Tavern” ya da “Taverna” dendiğini de hatırlatmak isterim.
Bizim tercihimiz “Delfinia Taverna” oldu. İşletme sahibine adını sorduğumda “Yunan” dedi.. Mekan çok kalabalık ve ilgisi yüksek bir yerdi. Hava serin olduğundan biz içeride oturduk. Gurubumuz beş kişi. Öncelikle kiremitte tereyağlı karides, kalamar tava, toplam beş tane barbun, beş tane jumbo karides, ahtapot ızgara, iki porsiyon salata, bir çipura, 25 lik rakı (Stefos Ouzo… En güzel Ouzo markası) ile tam bir balık rakı ziyafeti yaptık. Toplam hesap 96.70 Euro. Yaklaşık 300 tl. Sakız Adası’nın en önemli tercih sebebi olan ucuza balık rakı tecrübesini biz de yaşamış olduk. Gerçekten çok lezzetli bir yemek yemiş olduk..
Otelimiz “Grecian Castle”, Chios’a yakın ancak arabasız ulaşımı zor bir yerde olduğundan araba ile gelmiş olduğumuz tavernadan otelimize yine araba ile gidip derin uykuya daldık.
10 Mayıs 2015 pazar sabahı uyanıp otelin kahvaltı salonuna gittik. Bu arada otelimizi diğer gezilerimizde olduğu gibi yine booking.com sitesinden ayarlamıştım. Bir gece için üç kişilik odaya, oda kahvaltı 95 Euro ödemiştim. gayet makul bir fiyattı. Hizmet kalitesi son derece yüksekti.Kahvaltıdan da çok memnun kaldık. Otelden makul bir saatte ayrılarak bu kez de adanın en kuzeyinde yer alan ve Lagada Köyü rotasından ilerleyerek ulaşılabilen “Marmaro Köyü”ne gittik. Kısıtlı zamanımız olduğundan orada birer kahve ve sakızlı limonata içtik. Burası da Lagada Köyü gibi deniz kenarındaki küçük bir koya kurulmuş. Ancak yine de “Lagada Köyü” bizim adadaki tek favorimiz oldu.. Kuzeyde neredeyse bitki örtüsü hiç yok, tamamen çıplak arazi volkanik bir takım tepelerden oluşurken güney bölgesi yemyeşil ve bolca “Sakız Ağacı” var. 2012 yılında çıkan geniş çaplı orman yangını sonrası adanın büyük kısmı zarar görmüş. halen simsiyah görünen bölgeleri hiç de az değil.
Sakız Adası, öyle tahmin ettiğiniz gibi dümdüz bir ada değil. Merkezinde çok yüksek sıradağlar var. Bu yüzden de virajlı ve dar yolları göze almalısınız ada turu yaparken. Biz de merkezin batısındaki dağ kütlelerini aşarak Saint Mark (Aziz Mark) Manastırı’na ulaştık. Kapısı kapalı idi. Zile bastığımda saçı açık bir hanım bize kapıyı açtı. İçeri girdik. Yunanca birşeyler söyledi. Ne türkçe ne de ingilizce konuşmayan bu hanım bizi manastıra buyur etti. İçeride de bir papaz bize gülümseyerek birşeyler anlattı. Çok küçük ancak bolca materyaller ile dolu bu manastırdan çıktıktan sonra biraz daha yukarıda ve yine virajlı yollar ile ulaşabileceğimiz “New Moni Manastırı”na, vakit azlığı nedeni ile gidemeyip Chios’a geri döndük.
Chios’ta bol miktarda hediyelikçiler var. Tabi ki zevkinize göre birşeyler alabilirsiniz.Türkiye’deki Free Shop mağazasından uluslararası içkiler veya çikolatalar almalısınız. Ancak Sakız Adası’ndan Sakız’a veya Yunanistan’a özgü içecekler almak daha akıllıca. Örneğin, çok sayıda ve kalitede Ouzo olduğunu biliyoruz. Ancak Stefos herkesin tavsiye ettiği bir marka. Ben birçok dükkana girdim ve sadece birinde bulabildim. Kendi imalatları olan ouzolara güvenemedim. Bunun yanında sakız likörü, sakız-tarçın likörü, sakız reçeli, sakızlı kurabiyeler… alınabilecekler arasında. Bunların hepsini sizin damak tadınız benimki ile farklı olabileceğini bilmekle beraber kesinlikle öneririm. Bu arada restaurantlarda, cafelerde, otelde kısacası her yerde sakız yani sakızlı ciklet ikramı yapıyorlar ve kendileri de çiğniyorlar.
Bu arada tüm yollar boyunca her biri birbirinden güzel olan ve içlerinde mumları sürekli yanık durumda olan şapeller var. İçlerinde kırmızı şarap, incll, mum var. Bu şapeller, bulundukları yerde trafik kazası sonucu ölenleri hatırlatmak ve dualarını almak üzere yani hayır için yapılmışlar…
Evet, bir gün önde arabayı saat beşte teslim ederiz diyerek almıştık. Bu yüzden depoyu doldurmaya gittik. Yaklaşık 180 km yol yapmışız. 28 Euroluk benzin (unleaded) aldık. Ancak Yunanistan saatinin bir saat geri olacağını düşünerek biraz esnek bir saat söylemiştik. Türkiye’ye dönüş feribotumuz beşte kalkacaktı. İki şeyi hesaba katmamıştık. Birincisi siesta, ikinci de pazar günü olmasını. Hergün pazar da dahil, öğleden sonra 14.00 ila 18.00 arasında tüm dükkanlar, istisnasız kapalı…. Buna “Siesta” yani dinlenme zamanı diyorlar. Herkes motorsikletine ya da arabasına atlayıp evine gidiyor ve uyuyor. O saatlerde dükkana gelen müşterisine bakmıyor. Biz de arabayı teslim etmeye gittik ki ne görelim, böyle turistik bir yerde, hem de pazar günü saat 16.00’da dükkan kapalı. Önce anahtarı üzerine bırakıp gitmek geldi aklımıza ama, sonra vazgeçerek Yorgo’ya telefon etmeye karar verdik. Ben durumu telefon ile anlattım, 15 dakika sonra Yorgo geldi ve “Siz bana saat 5 demiştiniz ” diye sitem etti.
Neyse arabayı teslim ettik ve gümrük kapısına doğru yöneldik. Pasaporttan geçtik ve tekneye saat 17.00’de bindik. Yol yakın ama, tekneler küçük, akıntı var ve dalgalar çok büyük olduğundan içimiz dışımıza çıka çıka, tabii ki ben çok etkilendiğimden ıslanmayı da göze alarak güvertede yolculuk yaparak Çeşme’ye ulaştık. Kış yolculuğunu düşünemiyorum doğrusu… Tekneden indiğimde yüzüm gözüm tuzla kaplanmıştı..
Çeşme Limanı Free Shop Alanı’ndan alışverişlerimizi yaparak yolculuğumuzu sonuçlandırdık.
Sakız Gezisi, son derece mutlu andığımız bir gezi oldu. Deniz ürünleri, Ouzo, sessiz sakin koyları ve köyleri ile en önemlisi de “Sakız” bitkisi ile görülmeye ve yemeklerinden tadılmaya değer bir yer … Tavsiye ederim.
Yapamadıklarımız;
– New Moni Manastırı’nı göremedik,
– Musakka yiyemedik,
– Reçelci Rena’ya gidemedik.
Benim aklıma gelmeyen ve anlatmadığım şeyler halen olabilir. Aklınıza gelen sorular veya katkı ve eleştiriler olursa çok mutlulukla cevaplamaya çalışırım. Hoşçakalın..
4 Comments
Add Yours →Tarkan Bey biraz daha detay bekliyoruz. Nerde ne yemeliyiz? Nerde Kalmalıyız? Önerilerinizi ve fotoğrafları bekliyoruz. 🙂
Yazımın içerğinde görebilirsiniz
Tarkan Bey aracı kiralık da nerde ne yiyecez nerde kalacaz? Yazınızın devamını dört gözle bekliyorum
Yazının devamında paylaştım